Neden Buradayız?

Sosyal Medyacı küçük kardeş yeni böbrek nakli olmuş büyük kardeşe demişti ki beş yıl önce "bre kardeş gel beraber kardeş kardeş bir blog açalım, hem çalalım hem oynayalım; bizimle oynamak isteyenleri de aramıza kata kata kocaman bir aile olalım."

İşte böyle çıktık yola,hem kendimiz için hem sizin için, hayatın ve hayatlarımızın içinden, aklımızdan geçenleri, aman aklımıza gelmesin dediklerimizi; görüşlerimizi; yaşanmışlıklarımızı ve yaşanmışlıklaşmasını umduklarımızı; Dün’ün Bugün’ün olası Yarınların içine Siz dostları da katıp, arkamızda rüzgar önümüzde hayat, savrulalım dedik.

Her telden çalmak için burdayız, hem ağlatıp hem güldürmek, bazen güldürürken ağlatıp bazen ağlatırken güldürüp hep düşündürmek için. Gün gelecek stresimizi atacağız birlikte, gün gelecek kızıp bağıracağız ama inanın kızarken bile mutlu olacağız; Çünkü biz inanıyoruz ki mutluluk varılacak hedef değil, katedilen yoldur. Biz bu yolda iki mutlu noktayız ve sizlerle bir sürü mutlu noktacıklar olmak için buradayız....



6 Aralık 2015 Pazar

Çalınmış mahremiyet


 
 
Yaklaşık 4 sene önceydi...

Beşiktaş’ın merkezinde, İstanbul’un en büyük otellerinden biri olan Conrad’a giden yolda ilerlerken beni hem şaşırtan hem de içimi burkan bir görüntüyle karşılaştım. Dar bir kaldırımın üzerine yerleştirilmiş, yarısı eğreti bir şekilde yola taşmış iki kişilik pis bir şilte vardı. Üzerinde de siyahımtırak bir yorgana sımsıkı sarılmış uyuyan bir adam. Kıştı, erkendi, epey soğuktu. Lüks ve sefalet, neden hala aynı kilometre içinde yaşanabiliyor ve buna seyirci kalınıyordu? O görüntüyle karşılaştığımda, sabah sıcak yatacağımdan çıkarken kendi kendime homurdanmış olmaktan utandım. 

Zaman hızla geçti... Neredeyse her gün, buradan geçiyordum. Kaldırım üzerinde kurulan yaşam alanının eşyaları, yavaş yavaş artmaktaydı. Önce yorgana ek bir pike geldi, arkasından bir çöp toplama arabası. Adam, yağmurlu günlerde, çöp toplama arabasını yan yatırarak yatağının üzerinde bir çatı oluşturuyordu. Bazen, sabahları işe giderken bir poşet içinde yemek bıraktım adamın yanına, uyandırmamaya dikkat ederek. Sanırım biraz korktum. Aylarca böyle bir hayat süren birinin vereceği tepkileri çok da kestiremiyor insan.

Adamı ilk görüşümün üzerinden neredeyse bir sene geçmişti ki, bir de ne göreyim. Bir sabah, yanında bir kadına sarılmış uyuyordu. İkisinin de yüzü kirliydi. Kendi kendime gülümsedim. Her sabah üzülerek süzdüğüm adam için mutlu oldum. Kaldırımda bir aşk filizlenmişti.

Uzun bir süre, kaldırımın duvarları olmayan evinde, iki kişi gördüm. Ayrıca artmakta olan eşyalarına bir tabure, bir de minik masa eklenmişti. Tek eksikleri, olması gereken mahremiyetlerinin duvarlarıydı.

Bir gün, beni aniden durduracak bir görüntüyle karşılaştım. Artık bir tane de bebek vardı şiltenin üzerinde. Ne olacaktı o bebeğe? Sokaklardan çöp toplayarak bir bebek nasıl büyütülürdü? Bu ailenin yaptığı hayata tutunmak mıydı yoksa hayatı umursamazlık mıydı? Bu adam ve kadın, hayata rağmen hayatta kalıp, hayatla inatlaşıp, hayatla dalga geçiyorlardı sanki...

Bebeğin doğumundan kısa bir süre geçmişti. Aynı sokaktaki bir kuafördeydim. İki kadın, kendi aralarında konuşuyorlardı. Biri, polisi aramak gerektiğini, bebeğin bu şartlar altında yaşayamayacağını söylüyordu. Diğeri ise ararlarsa annesinden bebeğini ayıracaklarını ve böyle bir işe dahil olmak istemediğini vurguluyordu. 

Sokağımızın çalışanları, yaşanmakta olan bu gerçeğin dışında kalmadılar, kalamadılar. Bir emlakçının yardımıyla, bebeğe nüfus cüzdanı çıkartıldı. Adını da öğrendiğime göre emlakçı koymuş: Ayşegül... Küçük Ayşegül, ilk banyosunu da, sokağın kuaförünün saç yıkama alanında yapmış. 

Birkaç ay, Ayşegül’ün anne ve babası çöp toplamak için sokaklara döküldüklerinde, bebeklerini emlakçıya bıraktılar, işleri bitince de aldılar. Sokağımızın sakinleri, el birliğiyle Ayşegül’ün büyümesine yardım etmeye çalışıyordu.

Emlakçının ofisinde olmadığı bir gün, anne ve babası çöp toplamaya giderken bir-iki saat bakmaları için Ayşegül’ü, Beşiktaş merkezde bulunan tinerci arkadaşlarına bırakmışlar. Tinercilerin kafalarının ayık olduğu bir zamana denk gelmiş olacak ki karakola gitmişler ve Beşiktaş’ın göbeğinde yaşanan bu traji komik gerçeği anlatarak bebeği, polislere teslim etmişler. Bu hareket karşısında, çevrenin bu aileye uzun süre yardım etmesi mi yoksa tinercilerin davranışı mı doğruydu diye düşünüyor insan...

Ayşegül, şu an bir çocuk esirgeme kurumunda. Annesi ise haftada bir gün gidip onu görebiliyor.

Bu şartlarda doğan ve neredeyse bir yaşına kadar büyütülen bir çocuğu, ailesinden ayırmak ne kadar doğrudur ya da doğru mudur? İstanbul’a gelen siyasilerin konakladığı bir otel olan Conrad’ın hemen yanında yaşanan bu gerçek, nasıl görmezden gelinebiliyor?

Zor şartlarda, inadına dünyaya gelen Ayşegül’ün, onun gibi çocukların ve sokaklarda hayata tutunmaya çalışan herkesin daha insani yaşam şartlarına sahip olması dileğiyle..
 
Sevgilerimle,





Çiğdem Keskin 

 

 

7 yorum:

  1. Fevzi Dağdelen7 Aralık 2015 11:19

    pek gerçekçi gelmedi bana. İnandırıcılıktan uzak.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kelimesi kelimesine gerçek. Adres belli, bekleriz. Sevgilerimizle...

      Sil
    2. Fevzi Dağdelen7 Aralık 2015 13:35

      Fotoğraf var mı acaba? Ben çok dışarı çıkan bir insan deyilim ne yazık ki :(

      Sil
    3. Fevzi bey dikkat ederseniz yazının adı 'Çalınmış Mahremiyet'... Böyle bir fotoğrafı sosyal medya alanlarında paylaşmak ne kadar doğru olur sizce? Ama bu mahallede kime sorsanız size anlatırlar, tüm mahalle şahittir.

      Sil
  2. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  3. sokakta herkesin araasında çocuk yapmışlar, bi de üstüne hamileliğini de farketmediniz mi? bi anda bebek mi oluverdi? ben de fevzi beyin yorumuna katılıyorum

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. O zaman sizi de mahallemize, soruşturup öğrenmeye bekleriz. Zaten inanılması güç bir gerçeği paylaşmaktı amacımız.

      Sil

Çok teşekkür ederiz,yorumlarınız bizim için çok değerli.