Neden Buradayız?

Sosyal Medyacı küçük kardeş yeni böbrek nakli olmuş büyük kardeşe demişti ki beş yıl önce "bre kardeş gel beraber kardeş kardeş bir blog açalım, hem çalalım hem oynayalım; bizimle oynamak isteyenleri de aramıza kata kata kocaman bir aile olalım."

İşte böyle çıktık yola,hem kendimiz için hem sizin için, hayatın ve hayatlarımızın içinden, aklımızdan geçenleri, aman aklımıza gelmesin dediklerimizi; görüşlerimizi; yaşanmışlıklarımızı ve yaşanmışlıklaşmasını umduklarımızı; Dün’ün Bugün’ün olası Yarınların içine Siz dostları da katıp, arkamızda rüzgar önümüzde hayat, savrulalım dedik.

Her telden çalmak için burdayız, hem ağlatıp hem güldürmek, bazen güldürürken ağlatıp bazen ağlatırken güldürüp hep düşündürmek için. Gün gelecek stresimizi atacağız birlikte, gün gelecek kızıp bağıracağız ama inanın kızarken bile mutlu olacağız; Çünkü biz inanıyoruz ki mutluluk varılacak hedef değil, katedilen yoldur. Biz bu yolda iki mutlu noktayız ve sizlerle bir sürü mutlu noktacıklar olmak için buradayız....



29 Mayıs 2012 Salı

Nihavend Makamında İzin Kalır Sen Giderken



Naftalinle karışık eskimiş kokan gri paltosunu giydi yaşlı kadın ve tutmayan dizlerinin izin verdiği son gayretiyle sokağa fırladı. Lapa lapa yağan karın üzerindeki gökyüzü kendi koyultusunda kaybolmuş, beyazdan yansıyan ışıkla kadının paltosu rengine bürünür gibi olmuştu. Sokaklar boştu, kadının zihni kadar boş; lokantalarsa doluydu neredeyse kadının geçmişi kadar dolu.

Soğuktan mı yoksa ışıl ışıl görünen lokantaların kalabalığındaki çekicilikten mi bilinmez, kendini sokağın köşesindeki yılların eskitemediği pastanede buldu yaşlı kadın. İçeriye adımını atar atmaz, gürültü kirliliğinin içinde kaybolmuş Genç Kalabalık, naftalin kokusuyla irkilmiş olacak ki, dönüp kapıya baktı; gözleri bir aşağı bir yukarı şekil değiştirdi ve sonra tekrar umursamaz, gürültülü, bol kahveli, dedikodulu, kahkahalı yaşamına dönüverdi. Kadın bir saniyeliğine kokusuyla varolmuş, şimdi ise yine görünmez pelerinine bürünüvermişti, görünür olduğu zamanlara duyduğu özlemle yanıp kavrularak.

Pencere ile duvarın birleştiri yerde, sonradan sıkıştırılmış minicik bir masa vardı, sandalyesi alınmış, kadın gibi yanlız. Tam oraya doğru ilerlerken, içeri girdiğinden beri kadından gözünü alamayan tezgah arkasındaki orta yaşlardaki adam, hanıma bir sandalye getirdi; biraz sonra da bir dilim cevizli havuçlu kek ve sıcak bir fincan çay; hem de porselen fincan diğer Genç Kalabalığın masalarındakinden değil. İlk önce şaşırdı yaşlı kadın, teşekkür etmek için adamın gözlerine baktı; yansımasını gördü,utandı; sonra değişti yansıyışı, adam kadın’ı tanımıştı.

Birden fonda çalan gürültülü müzik değişti; nihavend bir ses maziden süzülüp kadının önce kulaklarına sonra yüreğine doluverdi. Anılar sesin üzerine binmiş, bir bir haykırdılar varolmuşluklarını, şimdi bir çoğu çürümüş yüzler dile geldiler, sözler ise sanki porselen fincanda sunulan maziden bir demlemeydiler. 

Menekşe rengi gözleri ışıldadı kadının, üzerindeki külrengi palto yokolup yerini gülrengi bir tuvalete bıraktı; incecik belli bir kadının üzerindeydi uçuşan ipek ve bu kadın kendisiydi. Elinde kuyruklu mikrofon bir gazino sahnesindeydi, gül kokuyordu her yer naftalin değil ve yeni kokuyordu sözler kesinlikle eski değil...

Her namesine bir alkış, her bakışına binbir bakış, yılların yokedemediği sadece hatırlanışını eskittiği günler...  Kırmızı tuvaletiyle sahne arkasına süzülen ince belli kuğu; makyaj masasına usulca koyulan bir parça cevizli havuçlu kek eşliğinde porselende sıcak çay ve yanağı okşanıp teşekkür edilen; annesinin hastalığı sorulan, bir ihtiyacında O’na gelmesi söylenen, kara gözlü oğlan çocuğu...

Hatırlamıştı yaşlı kadın, yıllar sonra o gözler O’nu nasıl hatırladıysa O da o gözlerin sahibini hatırlamıştı; yarı kapalı gözlerinden 2 damla yaş yanaklarına aktı, yanaklarından boynuna süzüldü. Üzerinde hala gülden tuvaleti vardı; ama ne yüreğinde güç, ne dizlerinde derman, ne de bedeninde yaşama heyecanı kalmıştı. Demek son bir mutluluktu aradığı, şu dünyada sayısız plak değil de bir yürekte silinmez bir iz bırakabildiğini bilmekti görmek istediği...

Geldi, baktı, gördü, kokladı, keki ile çayını yüreğine koydu ve son yürüyüşüne doğru porselenden yoluna koyuldu.

Alev Keskin

8 yorum:

  1. Cok guzelmis...

    YanıtlaSil
  2. sanki olay moskovada geçmiş gibi.senin yazdığını bilmesem tolstoy dan çeviri derdim. ve izlemiş gibi oldum okurken. bir yandan kadına üzüldüm. sonra adamı düşündüm. yıllarca unutmamış vazgeçmemiş beklemiş... ama aklım durdu. şuan saat 02.36. saatlerdir senli yazılar okuyorum. dağıldım desem yeridir. ha adamı soracaktım. kimmiş bu adam. neden kadını akıp gitmemiş yıllarca beklemiş. kadın neden yorgun ve bitkin. ne yaşamışta köşesine çekilmiş? sen bunu biraz da yazsan bir güzel olur varya. tadından yenmez. hadi kırma yap bi kıyak...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Olay tamamen kurgu; zaman ve mekandan bağımsız, ama olayın İstanbulda geçtiği yazıdaki ipuçlarından belli bence:)uzatarak yazsam roman olur burası bir blog, aslında bu blog için bile uygun bir yazı olmamasına ragmen yazıverdim ve koyuverdim ve begenmene çok sevindim.Dokunmak istediğim nokta kadın ve adam arasındaki tanışıklıktan ziyade çok başka şeyler aslında:) Devamını sen kafanda yaz öylesi güzel...Ayrica keşke Tolstoy gibi yazabilsem, Rus edebiyatı yaşamadan yazılamayacaklardan...:)sevgiler..

      Sil
  3. Tek kelime ile muhteşem bir yazı olmuş emeğine gönlüne yüreğine sağlık .

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Saolasın dost,esas okuyup begenenin ve bunu paylaşanın güzel gönlüne sağlık:)

      Sil
  4. Alevcım, anladımki ben bu tür yazılarını çok sevıyorum...naftalın kokusu mu beni cekıyor, yoksa yasnmıslıklarda kendımıze yakın bulduklarımız mı. bılınmez... romanını beklıyorum ALEV KESKİN imzalı....elıne , dılıne sağlık.. muhtesem bır kurgu olmuş...NUSRET KANTARCI TASAN

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Canım Nusret Teyzem; çok teşekkürlerrrr bitmez tükenmez teşvikler için, siz bu blogun gözbebeğisiniz:)

      Sil

Çok teşekkür ederiz,yorumlarınız bizim için çok değerli.