Naftalinle karışık eskimiş kokan gri paltosunu giydi
yaşlı kadın ve tutmayan dizlerinin izin verdiği son gayretiyle sokağa fırladı. Lapa
lapa yağan karın üzerindeki gökyüzü kendi koyultusunda kaybolmuş, beyazdan
yansıyan ışıkla kadının paltosu rengine bürünür gibi olmuştu. Sokaklar boştu,
kadının zihni kadar boş; lokantalarsa doluydu neredeyse kadının geçmişi kadar
dolu.
Soğuktan mı yoksa ışıl ışıl görünen lokantaların
kalabalığındaki çekicilikten mi bilinmez, kendini sokağın köşesindeki yılların
eskitemediği pastanede buldu yaşlı kadın. İçeriye adımını atar atmaz, gürültü
kirliliğinin içinde kaybolmuş Genç Kalabalık, naftalin kokusuyla irkilmiş
olacak ki, dönüp kapıya baktı; gözleri bir aşağı bir yukarı şekil değiştirdi ve sonra
tekrar umursamaz, gürültülü, bol kahveli, dedikodulu, kahkahalı yaşamına
dönüverdi. Kadın bir saniyeliğine kokusuyla varolmuş, şimdi ise yine görünmez
pelerinine bürünüvermişti, görünür olduğu zamanlara duyduğu özlemle yanıp
kavrularak.
Pencere ile duvarın birleştiri yerde, sonradan
sıkıştırılmış minicik bir masa vardı, sandalyesi alınmış, kadın gibi yanlız. Tam
oraya doğru ilerlerken, içeri girdiğinden beri kadından gözünü alamayan tezgah
arkasındaki orta yaşlardaki adam, hanıma bir sandalye getirdi; biraz sonra da
bir dilim cevizli havuçlu kek ve sıcak bir fincan çay; hem de porselen fincan
diğer Genç Kalabalığın masalarındakinden değil. İlk önce şaşırdı yaşlı kadın,
teşekkür etmek için adamın gözlerine baktı; yansımasını gördü,utandı; sonra değişti
yansıyışı, adam kadın’ı tanımıştı.
Birden fonda çalan gürültülü müzik değişti; nihavend
bir ses maziden süzülüp kadının önce kulaklarına sonra yüreğine doluverdi.
Anılar sesin üzerine binmiş, bir bir haykırdılar varolmuşluklarını, şimdi bir
çoğu çürümüş yüzler dile geldiler, sözler ise sanki porselen fincanda sunulan maziden
bir demlemeydiler.
Menekşe rengi gözleri ışıldadı kadının, üzerindeki külrengi palto
yokolup yerini gülrengi bir tuvalete bıraktı; incecik belli bir kadının
üzerindeydi uçuşan ipek ve bu kadın kendisiydi. Elinde kuyruklu mikrofon bir
gazino sahnesindeydi, gül kokuyordu her yer naftalin değil ve yeni kokuyordu
sözler kesinlikle eski değil...
Her namesine bir alkış, her bakışına binbir bakış,
yılların yokedemediği sadece hatırlanışını eskittiği günler... Kırmızı tuvaletiyle sahne arkasına süzülen
ince belli kuğu; makyaj masasına usulca koyulan bir parça cevizli havuçlu kek eşliğinde
porselende sıcak çay ve yanağı okşanıp teşekkür edilen; annesinin hastalığı
sorulan, bir ihtiyacında O’na gelmesi söylenen, kara gözlü oğlan çocuğu...
Hatırlamıştı yaşlı kadın, yıllar sonra o gözler O’nu
nasıl hatırladıysa O da o gözlerin sahibini hatırlamıştı; yarı kapalı
gözlerinden 2 damla yaş yanaklarına aktı, yanaklarından boynuna süzüldü.
Üzerinde hala gülden tuvaleti vardı; ama ne yüreğinde güç, ne dizlerinde derman,
ne de bedeninde yaşama heyecanı kalmıştı. Demek son bir mutluluktu aradığı, şu
dünyada sayısız plak değil de bir yürekte silinmez bir iz bırakabildiğini
bilmekti görmek istediği...
Geldi, baktı, gördü, kokladı, keki ile çayını
yüreğine koydu ve son yürüyüşüne doğru porselenden yoluna koyuldu.
Alev Keskin
Cok guzelmis...
YanıtlaSilsaolll Taner Paşa:)
Silsanki olay moskovada geçmiş gibi.senin yazdığını bilmesem tolstoy dan çeviri derdim. ve izlemiş gibi oldum okurken. bir yandan kadına üzüldüm. sonra adamı düşündüm. yıllarca unutmamış vazgeçmemiş beklemiş... ama aklım durdu. şuan saat 02.36. saatlerdir senli yazılar okuyorum. dağıldım desem yeridir. ha adamı soracaktım. kimmiş bu adam. neden kadını akıp gitmemiş yıllarca beklemiş. kadın neden yorgun ve bitkin. ne yaşamışta köşesine çekilmiş? sen bunu biraz da yazsan bir güzel olur varya. tadından yenmez. hadi kırma yap bi kıyak...
YanıtlaSilOlay tamamen kurgu; zaman ve mekandan bağımsız, ama olayın İstanbulda geçtiği yazıdaki ipuçlarından belli bence:)uzatarak yazsam roman olur burası bir blog, aslında bu blog için bile uygun bir yazı olmamasına ragmen yazıverdim ve koyuverdim ve begenmene çok sevindim.Dokunmak istediğim nokta kadın ve adam arasındaki tanışıklıktan ziyade çok başka şeyler aslında:) Devamını sen kafanda yaz öylesi güzel...Ayrica keşke Tolstoy gibi yazabilsem, Rus edebiyatı yaşamadan yazılamayacaklardan...:)sevgiler..
SilTek kelime ile muhteşem bir yazı olmuş emeğine gönlüne yüreğine sağlık .
YanıtlaSilSaolasın dost,esas okuyup begenenin ve bunu paylaşanın güzel gönlüne sağlık:)
SilAlevcım, anladımki ben bu tür yazılarını çok sevıyorum...naftalın kokusu mu beni cekıyor, yoksa yasnmıslıklarda kendımıze yakın bulduklarımız mı. bılınmez... romanını beklıyorum ALEV KESKİN imzalı....elıne , dılıne sağlık.. muhtesem bır kurgu olmuş...NUSRET KANTARCI TASAN
YanıtlaSilCanım Nusret Teyzem; çok teşekkürlerrrr bitmez tükenmez teşvikler için, siz bu blogun gözbebeğisiniz:)
Sil