Çocukluk
anılarımın kahramanlarından biriydi büyükanneannem... 87 yaşında torununun
çocuğunu kucağına alma mutluluğunu bile yaşayan ama her zaman buğulu, hüzünlü
gözleriyle karşı yakaya bakan yaşlı bir kadın... Onun hikayeleriyle büyüdüm
ben, dinlediğim zamanlarda tam olarak anlayamadığım, macera filmi tadındaki
anılarıyla...
1919-1922 yıllarında Anadolu’da,
Türklerle Yunanlılar arasındaki savaş devam ediyor. Sonucu merakla bekliyor
büyükanneannem, nelerle karşılaşabileceklerinden korkarak. Türklerin
galibiyeti ile sonuçlanan savaş sonrasında iki ülke arasında nüfus mübadelesi olacağını öğreniyor. İki ülke de vatandaşlarını ne ırk ne de dil sadece din esası üzerine zorunlu
göçe tabi tutuyor. Mübadeleyle, 1.200.000 Ortodoks Hıristiyan-Rum Anadolu'dan
Yunanistan'a, 500.000 Müslüman Türk de Yunanistan'dan Türkiye'ye göç etmek
zorunda kalıyor.
Nüfus
değişimi sırasında hiç bir zaman unutamadığı evini, adası Midilli’yi bırakıp,
Ayvalık’a gelmek zorunda bırakılmış genç kadınlardan sadece biriymiş büyükanneannem.
1923’te evlerine bir Yunan subayı yerleşmiş, sorunsuz da anlaşıyorlarmış. Ancak
bir gece Yunan subayın eve bir kadın getirmesiyle birlikte büyükdedem artık göçü
erteleyemeyeceğiz demiş. Çocukluğunun geçtiği, evlendiği, iki bebeğini kucağına
aldığı toprakları terk etmek zorunda kalmış büyükanneannem. Şimdi düşünüyorum
da özlediğin tam karşında ama uzanamıyorsun... Her
gün görüyorsun ama dokunamıyorsun... Aşk acısı çekmek gibi birşey olsa gerek
bu...
102
yaşında, dünyadan ayrılmadan iki sene önceye kadar cin gibi bir kadındı. Ama son
iki senesinde Ayvalık’ta, bizlerle birlikte değildi sanki. Midilli’de
yaşadığını sandı; yediği bamya küçük Cunda değil, büyük Midilli bamyasıydı;
yediği pasta Midilli’deki pastaneden alınmıştı. Gözlerini sonsuza dek kapattığı
yer Ayvalık’tı ama kapanan gözleriyle birlikte ruhu Midilli’ye doğru yola çıkmıştı...
1922 tarihinin Türk ve Yunan
toplumsal hafızalarında bir askeri galibiyet ya da mağlubiyetten çok daha
farklı bir anlam taşıdığını hissederek büyüdüğümü söyleyebilirim.
Geçen
bayram, hikayelerini dinlerek büyüdüğüm yaşlı kadının anılarını yükledim
çantama, taktım annemi de yanıma, tuttum karşı yakanın yolunu.
Ayvalık’tan
Midilli’ye, Kadıköy-Beşiktaş arası vapuruna benzer bir vapurla, iki saat
bile sürmeyen ama bir çok kişinin buğulu bakışlarının nedeni olmuş bu yolculukla geçtik.
Midilli’ye
ayak bastığımda cırcır böceklerinin sesini duydum ve bir an buruk bir gülümseme
oluştu yüzümde. Ayvalık’taki yazlık evimizin sürekli çalan müziğidir bu ses. O
an, bahçede cırcır böceklerinin durmak bilmeyen sesini hiç sıkılmadan, mutlu
olarak dinlediğini düşündüm büyükanneannemin...
Vapurdan inince karşımıza çıkan otele yerleştik. Balkonumuzdan
kendi doğduğum yakaya baktım, bir sigara içtim ve geçmişte yolculuk yaptıracak sokaklara
attım kendimi.
Dinlediğim
hikayelerdeki ayrıntılar ve yıllarca korunarak saklanan eski bir fotoğraf
götürdü bizi büyükanneannemin bastığı sokaklara... Evinin Türk Mahallesindeki
Çarşı Hamam’a çok yakın olduğunu biliyorduk. Hatta gelin hamamına gittiği
yermiş burası. Midilli Çarşısındaki Çarşı hamamı bulduk. İki euro vererek
girdik, büyük anneannemin, kimbilir nasıl bir heyecanla 17 yaşında gelin hamamı
için gittiği yere...
Eğer bizi
görüyorsa ne kadar mutlu olmuştur diyerek yürümeye başladık sokaklarda eski
evimizi bulma umuduyla...
Evlerinin
kocaman bir bahçesi olduğunu anlatırdı. Bahçede kayısı, erik ve bir sürü çeşit
meyve ağacı varmış. Torbayla değil, kasayla toplarlarmış meyveleri. Evin tam
karşısında bir sokak olduğunu söylerdi. Geceleri sokakta bir fener ışığı
gördüğü zaman sevinirmiş. Heyecanla ışık sahibinin evlerine doğru yönelecek bir
misafir olmasını beklermiş. Fener ışığının bir mutluluk sebebi olduğu, benim hayal
bile edemeyeceğim bir döneme ait yaşamdan izler arıyordum...
Ve eski
bir fotoğraf bizi olmak istediğimiz yere götürdü...
Evin önündeki
bahçenin artık bir park alanına dönüşmüş olması üzdü beni. Ama evi yaşayan,
bakımlı bir yer olarak görmek de sevindiriciydi. İçinde yaşayanlar, hakkını
veriyor gibi gözüküyordu. Ev sakinlerinin de unutulmaz anılar biriktirmelerini
diledim, büyükanneannemin gözlerindeki buğuyu kendi gözlerimde
hissederek...
Evimizi
bulmanın verdiği garip ruh hali içinde Sarlıca’ya, tanıma fırsatını
yakalayamadığım büyükdedemin kasabasına doğru yola koyulduk. Sarlıca sahilinde,
Midilli haritasında görülmesi gereken yerler arasında işaretlenen Sarlıca Palas’ın
büyükdedemin abisinin karısının babasının yaptırmış olmasını annemden yeni
öğreniyor olmam da ayrıca ilginçti benim için. İtalyan mimarisine uygun yapılan
bina, zamanında İtalya’dan getirilen mobilyalarla döşenmiş. Şu an içinde
şilteler, koltuklar atılmış
durumda. En üst katında bir piyano bile duruyor.
Sarlıca sahilinde
biraz vakit geçirdikten sonra iç kısımlarına doğru yürüdük. Annem, dedesinin
bahsettiği, dar bir arasokaktaki sıra sıra kahveleri bulmak için yorgun ama
güçlü adımlarla ilerliyordu. Sonunda zafere ulaştık. Yaşlı, biraz Türkçe bilen
Yunanlı bir çift bizi kolumuzdan tuttuğu gibi oturttu işlettikleri
kahveye. Yunan kahvesini, turunç reçeliyle birlikte zevkle içtik. Annem
yüzünden okunan bir mutlulukla dedesini anlattı, bizi tam da anlamayan yaşlı
yunanlı çifte... Masada konuştuğumuz hikayelerden biri şu an var olma
sebeplerimden birinin büyükdedemin insancıl kişiliği olduğunu gösterdi bana. 1923’te
bir gün Yunanlı askerler, Türkleri bir sıraya dizmişler. Onları ellerinden
birbirlerine bağlayarak bir sıra yapıp, ölüme götüreceklermiş. Sıra büyük
dedeme geldiğinde ip kısalmış. Bulunduğumuz kahvelerden tanıdığı ve her zaman selam
verdiği Yunanlı subay, O’na “sen git” demiş. İp kısalmasaydı, dedem o Yunanlı
subaya selam vermeseydi, Yunanlı subay iyi bakışlı bir Türkün içten selamını
umursamayan biri olsaydı henüz dünyaya gelmemiş olan anneannem asla
yaşamayacaktı....
Bir dolu günü
geçmiş hikayeleri tekrar tekrar konuşarak geçirdik. Bizler için değerli olan
iki kişiyi andık, ruhlarını kendimizce mutlu edip, onlarla birlikte olmaya
çalıştık.
Çok yer
gezdim ama bu benim en anlamlı seyahatimdi. Doğduğum güzel kasabam Ayvalık’ımı dünyanın
hiçbir yeri ile değişmem ama Midilli’nin de bu kadar güzel olabileceğini tahmin
etmemiştim. Belki de kan çekmiştir... Fırsatı olan herkesin bu tarz bir
yolculuk yapmasını, hikayelerinin daha da anlam kazanmasının vereceği mutluluğu
yaşamasını öneririm.
Senin
hissettiğini hissedemem ama ben seni anladım büyükanneannem... Midilli’de bu
kez çocukluk hikayelerimin modern yüzünü yaşadım seninle birlikte... Artık anı
dolu çantam biraz daha ağır ve anlamlı...
Tekrar
geleceğim...
Çiğdem Keskin
Demek bana mesaj attığında buralardaydın Çiko...Ben bile heyecanlandım okurken. Büyükanneannenin evinin kapısını çaldın mı ?
YanıtlaSilEvet Bengi'cim, teşekkür ederim. Bir gün yemek yiyelim o kısmını yemekte anlatırım...
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilYazınızı gözlerim dolarak okudum.Dedeniz Mehmet Ziya bey ile İstanbul Merdiven köy'de tanışmamızın üzerinden onlarca yıl geçmesine rağmen, yüreğinde insan sevgisi bitmek bilmeyen bu değerli insanı ve ailenizi saygı ile selamlıyorum. Benim hafızamda o hep Uzun Paltolu Adamdı ve öyle de kalacak. Sevgi ve saygılarımla.E.Hüseyin Hançer
YanıtlaSilharika bir yazıydı tebrik ederim
YanıtlaSildexter bilişim market
dexter bilişim market
dexter bilişim market
süperdi :
YanıtlaSilpazaryeri entegrasyonu